Bu üç konunun iman edenlere ve diğer inanç sahiplerine gereği şekilde anlatılamaması ve eksik anlaşılması birçok konudaki tekâmülümüzü menfi etkilemiştir.
İtham ve tenkit maksadı ile değil, tekâmülümüze mani olan, bizleri tekâmülden mahrum bırakan önemli bir sebebin anlaşılmasını ve kabul edilmesini sağlamak için bu konuyu değerlendirmek gerektiğine inanıyorum.
Bu konuyu yaklaşık kırk seneden beri muhtelif şekillerde sevdiklerimize nazara vermişiz. Yüzlerce sohbette farklı tahliller yaparak konunun öneminin anlaşılması için gayret etmişizdir.
Bu çok önemli konuyu kısaca tahlil edeceğiz.
Gayemiz konuyu akla yaklaştırmak ve konunun düşünülmesini kolaylaştırmaktır. Başka bir gayemiz yoktur. Kırk senedir bu konuyu her düşünmemizde ve her sohbetimizde ıstırap duymuşuzdur.
1️.Din; imanın esasları, İslamiyet’in beş şartı, bazı ilmihal bilgilerinin içine sıkıştırılmıştır. Bu şekilde izah edilmiştir. Ekseriyetle bu izah şekli tercih edilmiştir.
Kürsülerde ve minberlerde öfke, hiddet, tepki, itham ve tenkit ağırlıklı, hisleri tahrik eden konuşmalar yapılmıştır.
Cami cemaati bu konuşmalara alışılmış, bu tür konuşmalara ihtiyaç duyar hale getirilmiştir. Faydadan çok mahzur getiren bu tür konuşmalara rağbet edenler çoğalmıştır.
Dinin hayatı tanzim eden emir ve tavsiyelerinin izahına çok az yer verilmiştir. Bu yetersiz izahlar da akıl ve hafızalarda iz bırakmamıştır. Bu gelişmelerden memnun olmayan bazı yetkililerin gayretleri ve örnek alınabilecek hizmet şekilleri azınlıkta kaldığından bu eksik anlayışı gidermeye yeterli olamamıştır.
2️.Camilerde yerleşip gelişen bu sohbet tarzı, İslamiyet’in namaz, oruç, zekât, hac ve tesettür şeklinde anlaşılmasına zemin hazırlamıştır. Bu gelişmeler esnasında, siyasetin din üzerinde baskı unsuru haline getirilmesi çalışmalarına başlanılmıştır ve büyük gayretler gösterilmiştir. İnanç sahibi insanlar üzerinde etki meydana getirmek için akıl ve vicdanları rahatsız edecek konuşmalar yapılmış ve iddialarda bulunulmuştur. Eksik anlayışın yanında bir yanılgı anlayışı yerleşmeye ve gelişmeye başlamıştır.
Bu talihsiz gelişmeler kırk beş sene devam etmiştir. Müslüman, dinini layıkı ile öğrenme imkânı bulamamıştır. Müslümanlar arasında bölünmeler ve ihtilaflar çoğalabilmiştir.
3️.Bu gelişmeler sonucunda namaz kılan ve oruç tutan ve başını örten kişi kendini iyi bir Müslüman olarak görebilmiştir. Buna inandırılmıştır. Namaz, oruç ve örtünmenin yanında zekât verip hacca giden kişiler ise farklı insanlar olarak görülmüş ve böyle gösterilmiştir.
Sakal bırakıp sarık ve cübbe giyerek namaz kılanlar ise kendilerini örnek Müslümanlar olarak kabul etmişlerdir.
Bu anlayışlar ve bu ölçüler gelişerek topluma yerleştirilmiştir. Zaman içinde bu insanlar, kendilerini farklı, hatta imtiyazlı kişiler olarak görmeye başlamışlardır. Bu makamda görünmek, bu makamın sahibi kişi olarak konuşmak ve bu makama layık hürmet ve hizmet beklemek gibi haller bu şahıslarda gelişmeye başlamış ve yerleşmiştir.
4. Şimdi bu düşüncelerin ve bu anlayışların ne kadar doğru olduğunu ölçmek için asr-ı saadete veya İslam kültürünün hâkim olduğu toplumlardaki hayat nizamına ve hâkim olan anlayışa bakalım. O toplumlarda:
Namaz kılan, oruç tutan, hacca giden, zekât veren ve örtünen iman sahiplerine nazar şekli nasıldı? Bu insanlar örnek veya faziletli kişiler olarak görülüyorlar mıydı? Yoksa dinin bazı emirlerini yerine getiren kişiler olarak mı kabul ediliyorlardı?
O toplumlarda faziletli insan, kamil insan, örnek insan tarifi nasıl yapılıyordu ve kabul ediliyordu? Kimler makbul insanlar olarak görülüyor ve gösteriliyordu?
O toplumlarda bu tariflerde sarahat vardı. Tereddütler yoktu. Toplum bu tariflerde ittifak hâlinde idi. Bu doğru tarifler zamanımızda neden yerleşemedi ve gelişemedi? İnsanlarımız tarafından neden benimsenemedi?
Bunun sebebi, insaf ve vicdan ile birlikte düşünülmeli ve tespit edilmelidir.