C. Şimdi ikinci büyük bir yanlış ve haksız iddiayı tahlil edelim:
Osmanlı sultanları için kullanılan bazı ifadeleri ve iddiaları inceleyelim:
Bu tahlilde doğruluğu kabul edilen bir kaideyi esas alacağız. Kaide şudur: İki zıt bir arada devamlı bulunamaz.
Şunları düşünelim ve hatırlayalım:
- Çok cömert bir insan cimri olamaz.
- Çok cesur bir insan korkak olamaz.
- Dürüst bir insan aldatan olamaz.
- Güzel ahlak sahibi olan da kötü ahlak görülmez.
- Adil ve merhametli olan zalim olamaz.
- İlmi ve ihtisası sabit olan mesleğinde cahil olamaz.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Bu kadarı ile yetinelim. Yaşanmış ve tarihe mal olmuş hakikatleri esas alarak konuyu düşünelim ve değerlendirelim.
1. Sürgüne gönderilerek büyük bir haksızlığa uğrayan bir sultan, şahsına verilmiş hediyeleri almayıp hazineye bırakırsa, sürgünde mahrumiyetler içinde yaşayıp bu halde vefat ederse bu insana hain denilebilir mi?
2. Aşırı borçların ve maddi imkânsızlıkların içinde, büyük sıkıntılarla mücadele eden bir padişah, bütün borçların ödenmesi karşılığında Filistin’e yerleşme müsaadesi isteyen Yahudi cemaati liderinin teklifini, ecdadımın kanını dökerek alıp bize emanet ettiği toprakları para karşılığında veremem, diyen bir insan, kızıl sultan olabilir mi? Ülkesine ihanet edebilir mi?
3. Rusya, İngiltere ve Fransa gibi o devrin büyük ve kuvvetli devletlerinin hain ve sinsi emellerine rağmen ülkesini otuz sene dirayet ve maharetle idare edebilen, ülkesinin bölünmesini önleyebilen bir insan, yönetimde aciz ve yetersiz olarak nazara verilebilir mi?
Bunlarla birlikte şu gerçekleri de hatırlayalım:
Osmanlı padişahları bizlere miras olarak neler bıraktı?
- Dünyaya beş yüz sene hükmedebilen şanlı bir tarih,
- O zamanın devletlerine ve milletlerine örnek olarak cehalet ve geri kalmışlıktan kurtulmalarını sağlayan devrinin en yüksek kültür ve medeniyeti.
- Farklı dinlerin ve farklı milletlerin, farklı ırkların bir arada huzur ve emniyet içinde yaşayabileceklerini gösteren ve ispatlayan eşsiz bir yönetim ve idare anlayışı,
- Bugünkü gelişmiş devletlerde bile emsali görülmeyen adalet, hukuk ve hak anlayışı ve örnekleri,
- Allah’ın rızasını gaye edinen, dinin emirlere riayeti esas alan yüksek bir ahlak anlayışı,
Bunlarla iktifa edelim. Şimdi insaf ve vicdan ile düşünüp şu üç soruya cevap arayalım:
- Tarihimizi ve ecdadımızı kötü göstermekle; takdire, muhabbete ve hürmete layık olanları suçlu olarak nazara vermekle ne kazanabildik, neler kaybettik, nelerden mahrum kaldık?
- Ecdadımızın idaresinde huzur içinde yaşayabilen Balkanlarda, Orta Doğu’da ve Kuzey Afrika’da bağımsız hale gelmiş ve büyük servet sahibi olmuş ülkeler, bugünkü huzurlu ortamı neden bulamıyorlar? Kargaşa, kavga ve ihtilaf içinde yaşamaktan neden kurtulamıyorlar?
- ABD gibi çok konuda gelişmiş devletin idarecileri ve bilim adamları devlet idaresi konusunda Osmanlı Devleti’ni inceleme ihtiyacını neden duyuyorlar?
Bu ülkede binlerce doktora tezi Osmanlı idaresi üzerine neden hazırlanıyor?
Bu suallere cevap verebilenler doğru ve yanlışı anlayabilirler.
Bugünün ilim adamlarına ve idarecilere yaşayışlarını, icraatlarını, ecdadımızın icraatları ve yaşayışları ile mukayese etmelerini tavsiye ederiz.
D. Ecdadımız, o zamanın imkânları, şartları ve zorlukları içinde, mevcut yönetimi başarı ile nasıl devam ettirebilmişlerdir? Onları başarılı kılan yönetim anlayışı ne idi? Güçlerini, kuvvetlerini nereden alıyorlardı?
Bu konuların düşünülmesi gereklidir. Ayrıca;
- Sade ve gösterişsiz bir hayat yaşama konusunda,
- Yaşadıkları özel hayatın maliyeti konusunda,
- Kararların meşveret ve şuraya tabi olarak alınmasında,
- Hak ve hukuka riayet ve adaletin tecellisine zemin hazırlama konusunda,
- Vazifeleri ehline vermek konusunda,
- Özel hayatları ve çalışma hayatları için ayrılan mekân ve vazifelilerin sayısı ve vasıtaları konusunda,
Her yöneticiye, kendilerini ecdad ile mukayese etmelerini tavsiye ederim.
Hadisatın gelişmelerinden, hadisatın içindeki gizli manalardan, hadisatın lisanından şunlar anlaşılabilir:
Bir zamanlar Osmanlı bünyesinde bir devlet ve bir millet olarak huzur ve emniyet içinde yaşayan toplumlar, hainlerin ve zalimlerin tahrik ve teşvikleri ile yapmış oldukları ihanetlerin cezasını çekmektedirler. Pişmanlık duyup itiraf edinceye kadar, suçluluklarını kabul edip af dileyinceye kadar bu cezanın devamı beklenmelidir.
Bir cezanın tecelli ettiğinin delilleri şunlardır:
- Müşterek bir gaye veya gayeler için bu topluluklar bir araya gelip müşterek hareket edemiyorlar.
- Servetlerini halkın eğitimi, tekâmülü ve refahı için gereği şekilde kullanamıyorlar.
- İktidarlarının devamı ve muhafazası için hak ve hukuka tecavüz edip zulüm yapabiliyorlar.
- Kendilerine itaat eden ve bağlılık gösterenleri devlet imkânları ile zengin edebiliyorlar. Haksız servet edinme imkânları sağlayabiliyorlar.
- Farklı fikir ve düşüncelere tahammül edemiyorlar.
- Kendilerine ve aile fertlerine devlet imkânlarından geniş imkânlar sağlayıp büyük servet sahibi olabiliyorlar.
- Büyük ve kuvvetli devletlerin nüfuzundan istifade etmek için ülke kaynaklarından onlara menfaatler sağlayabiliyorlar.
- Servetlerini kendi ülkelerinde muhafaza edemiyorlar. Yurt dışındaki özel servetlerinden de yeterince faydalanamıyorlar.
- İsraf ve lüksün ve gösterişin hâkim olduğu bir hayat tarzını ve anlayışını devam ettiriyorlar.
- Hadisattan ve gelişmelerden ders alamıyorlar. Yanlışlarını kabul edip tedbir almaya talip olmuyorlar.
Bu delillerle yetineceğiz. Bu deliller, rahmetten mahrumiyet cezasının tecelli ettiğini göstermeye kâfidir.
Akl-ı selim ve vicdan ile gelişmeleri değerlendiren bir insan, bu kadar yanlışı uzun süre devam ettiremez.
Evet, iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın, faydalı ve zararlının anlaşılması için tarihimizle ve ecdadımızla ilgili yapmış olduğumuz değerlendirmenin bir bölümünü izah etmeye gayret ettik.
Gayemiz doğru düşünmeye yardımcı olmaktır.